Prof. Dr. Mehmet Hacısalihoğlu
07 Nov 2016

Hacısalihoğlu: Balkanlar ve Balkan Araştırmacılığının Türkiye Açısından Önemi

cover.mt4“Balkanlar ve Balkan Araştırmacılığının Türkiye Açısından Önemi”
Prof. Dr. Mehmet Hacısalihoğlu

[Kendi Gökkubemizden Bir Ses: Balkanlar’da Türk Tarihinin ve Edebiyatının İzleri konulu
Düzce Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi – 1 Kasım 2016 tarihli konferansta sunulan bildiri]

GİRİŞ: Türkiye’de Balkan Söylemi
Türkiye ve Balkanlar dendiğinde ilk ele alabileceğimiz konu Türkiye’deki güncel Balkan söylemidir. Farklı kesimlerin, farklı durumlarda kullandığı ve öne çıkardığı bir “Balkan söylemi” vardır. Örnek vermek gerekirse, Balkanlardan Anadolu’ya göçle gelen kitlelerin kullandığı bir kavram olarak “Balkan”, “Rumeli”, “Rumeli Türkleri”, “Bulgaristan göçmeni” veya “Bulgaristan Türkleri”, bunlara bazı kesimler hatalı olarak “Bulgar Türkleri” hatta “Bulgarlar” olarak da hitap etmektedir. Bunun yanında “Boşnaklar”, “Arnavutlar” gibi etnik isimler kullanılmaktadır. “Selanik göçmenleri”, “Girit göçmenleri”, “Makedonyalılar” gibi çok sayıda isim ve kavram genel olarak Balkan kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını tanımlamada karşımıza çıkmaktadır. Bu isimler altında dernekleşmeler de mevcuttur.
Göçmenlerin kendi kullandıkları kavramlar dışında bir de siyasi eğilimlerine göre farklı kesimlerin kullandığı kavramlar vardır. Örneğin “evlat-ı fatihan”, yani Osmanlı’nın Balkanlarda fetihlerinin öncülerinin torunları, daha çok muhafazakâr kesim tarafından kullanılmaktadır. Buna karşılık Atatürkçü kesim arasında Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanikli ve Balkanlardan gelmiş olması ön plana çıkarılmakta ve Balkanlı olmak aynı zamanda laik, cumhuriyetçi olmak, ilerici olmakla eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Bunun yanında Atatürkçülüğe muhalif duyguların baskın olduğu kesim arasında “suyun öbür yakasından gelenler” şeklinde daha ziyade olumsuz bir kavramın kullanıldığını da görmekteyiz. Bu önyargılı yaklaşıma karşı Balkanlılar arasında da Anadolu halkına yönelik, özellikle Anadolu insanının muhafazakârlığını eleştiren negatif ifadeler mevcuttur.
Son dönem siyasetinde de Balkanlara özel önem verilmiştir. Özellikle Ahmet Davutoğlu tarafından savunularak Ak Parti’nin dış politika hedefi haline gelen “Sıfır Sorun” ve Türkiye’nin “eksen ülke” olması gibi söylemler çerçevesinde Balkanların önemi yeniden tanımlanmıştır. Buna göre Balkan ülkeleri ile Türkiye’nin ilişkileri geliştirilecek ve özellikle de Balkanlardaki Müslüman topluluklar bu ilişkilerde köprü vazifesi görecektir. Balkanlarla Türkiye’yi birbirine bağlayan ortak geçmiş olarak Osmanlı mazisi ön plana çıkarılacaktır. Şimdiki cumhurbaşkanımızın, başbakanlığı döneminde sarfettiği “Kosova Türkiye’dir, Türkiye Kosova’dır” sözü (ki Sırbistan’ın tepkilerine yol açmıştır) veya Ak Parti’nin seçim zaferleri sonrasındaki Balkon konuşmalarında “Saraybosna’ya, Priştina’ya, Üsküp’e Selam” gönderme şeklinde ortaya çıkan söylemlerini bu bağlamda değerlendirebiliriz.
Bu söylemlerin, özellikle de dış politikada karşımıza çıkan kısmının oluşturduğu olumlu olumsuz etkiler ve tepkiler mevcuttur. Bunlar da ayrıca değerlendirilmeye muhtaçtır. Fakat bundan önce Balkanların hangi gerekçelerle Türkiye açısından önem taşıdığı sorusu üzerine duracağım. Bunun ardından Türkiye’nin Balkanlara yönelik ilgisinin uygulamada nasıl bir durumda olduğunu analiz etmeye çalışacağım.
NEDEN BALKANLAR TÜRKİYE AÇISINDAN ÖNEMLİ?
Neden Balkanlar Türkiye açısından önemli sorusuna siyasi, ekonomik, tarihi ve kültürel boyutuyla cevap vermek mümkündür.
İlk olarak siyasi açıdan baktığımızda Balkanların Türkiye ile Orta ve Batı Avrupa arasında bir köprü veya şartlara göre de bir set olabileceğini görüyoruz. Türkiye’ye komşu olan iki Balkan ülkesi Yunanistan ve Bulgaristan AB üyesi olup Türkiye de AB ile üyelik müzakereleri yürüten bir ülke konumundadır. Türkiye’nin AB’ye üyeliği bütünüyle Balkanlara bağlı olmasa da Balkanların bunda önemli bir rolü olduğu kesindir. Örneğin müzakere paketlerinin bir kısmının açılması Kıbrıs sorununun çözümü şartına bağlanmıştır ve bu da Türkiye ile Yunanistan ilişkileri çerçevesinde aşılabilecek bir sorundur.
Türkiye ile Balkan ülkeleri arasındaki siyasi ilişkilerin gelişmesi Balkanlardaki Türk ve Müslüman azınlıkların konumunun ve şartlarının iyileşmesine de katkı sağlamaktadır. Örneğin Bulgaristan’daki Türklerin konumu Türk-Bulgar ilişkilerinde ana maddelerden birini oluşturmaya devam etmektedir. Batı Trakya Türklerinin durumu doğrudan Türk-Yunan ilişkilerinden etkilenmekte, gerilimler durumlarının kötüleşmesine neden olurken, ilişkilerdeki yumuşama da Türk azınlığının üzerindeki baskıların azalmasına yol açmaktadır.
Siyasi ilişkilerin durumu Türkiye’nin bölgeye ekonomik ve kültürel yatırımlarının durumuna da etki etmektedir.
Bir diğer nokta sınır ötesi ilişkilerin geliştirilmesiyle ilgilidir. Türkiye, Bulgaristan ve Yunanistan Trakya bölgesinde birbirine sınırdaş olup sınırın iki tarafındaki belediyelerin veya sivil toplum örgütlerinin ilişkileri AB tarafından desteklenmektedir. Bununla birlikte çok gelişmiş bir sınır komşuluğu ilişkisi kurmanın ön şartı iyi siyasi ilişkiler ve karşılıklı güvendir. Trakya’daki sınırötesi işbirliği Avrupa’nın diğer bölgelerine kıyasla yeterince gelişmiş değildir. Örneğin Transkarpathia isimli Macaristan, Slovakya, Romanya ve Ukrayna arasında yürütülen işbirliği projesi başarılı sonuçlar vermiş ve ülkeler arasındaki işbirliğine önemli katkı sağlamıştır. Fakat Türkiye, Yunanistan ve Bulgaristan arasında ülkeler arasındaki ilişkilere kalıcı etki edecek projeler henüz hayata geçirilememiştir. Elbette ki bunun farklı nedenleri vardır. Bunların başında siyasi irade ve karşılıklı güven eksikliği gelmektedir.
Ortak sınırların bir diğer boyutu da günümüzde yaşanan göçmen-sığınmacı kriziyle ilgilidir. Bu krizle başedebilmek için bu ülkeler işbirliğine gitmek zorundadır.
Balkanlar Türkiye’nin milli güvenlik politikaları açısından da önem taşımaktadır. Nitekim yakın geçmişte Balkanlarda yaşanan siyasi krizler Türkiye’yi doğrudan etkilemiştir. Özellikle Müslümanların da içinde yer aldığı kriz durumlarında Türkiye meselelere taraf olmak zorunda kalmış ve yüzbinlerce Müslüman Türkiye’ye sığınmıştır. Türkiye’nin Balkan ülkeleriyle yaşadığı siyasi krizler başka güçlerin de müdahil olmasıyla Türkiye’nin güvenliğini tehdit edecek daha büyük boyutlara ulaşabilmiştir veya ulaşma potansiyeline sahip olmuştur.
İkinci boyut ekonomik ve ticari boyuttur. Sınır komşularıyla ticaret; ulaşım ve taşımanın daha kolay olması nedeniyle gelişmeye müsaittir. Bu anlamda Türkiye’nin de sınır komşularıyla ticareti önemlidir. Balkan ülkeleri Türkiye’nin hem ithalatında, hem de ihracatında önemli br yere sahiptir. Bununla birlikte Türkiye’nin kültürel ilişkilerinin daha gelişmiş olduğu Müslüman nüfusu barındıran Balkan ülkeleriyle olan ticareti aynı ölçüde gelişmiş değildir. Türkiye’nin Balkanlardaki en büyük partneri Romanya olup, ardından Yunanistan ve Bulgaristan gelmektedir. Bosna-Hersek, Arnavutluk, Kosova, Makedonya gibi devletlerle toplam ticaret hacmi Romanya ile olan ticaretin yarısından bile azdır.
2015 yılı rakamlarına göre Türkiye’nin toplam ihracatının yaklaşık % 55’i ve ithalatının % 52’si Avrupa ülkeleriyle gerçekleşmiştir. Aynı yıl içinde Türkiye’nin Ortadoğu ülkelerine ihracatı % 21 ve ithalatı % 6 civarındadır.
2014 rakamlarına göre Türkiye’nin ihracat ve ithalat rakamları şöyledir:

Devlet (nüfusu) Türkiye’nin ihracatı (2014) Türkiye’nin ithalatı (2014)
Romanya (19 mio) 3.008.315.450 3.363.233.115
Bulgaristan (7,3 mio) 2.040.343.401 2.846.184.709
Yunanistan (11,1 mio) 1.536.741.546 4.043.838.977
Sırbistan (7,2 mio) 506.489.156 273.901.263
Makedonya (2 mio) 348.030.593 79.194.398
Bosna-Hersek (3,8 mio) 322.451.014 171.424.364
Arnavutluk (2,8 mio) 318.540.934 96.281.278
Hırvatistan (4,2 mio) 287.401.290 136.889.291
Kosova (1,7 mio) 275.665.657 12.783.364
Karadağ (0,6 mio) 35.040 7.373
Toplam 8.644.014.081 11.023.738.132

Bu rakamlara göre Türkiye’nin 7 Balkan ülkesine ihracatı (Bosna-Hersek, Arnavutluk, Kosova, Makedonya, Sırbistan, Hırvatistan ve Karadağ) 2 Milyar Dolar civarındadır. Bu da yalnızca Bulgaristan’a ihracatla aynı miktara ve Romanya’ya ihracatın üçte ikisine denk gelmektedir. Bu şekliyle bakıldığında Türkiye’nin kültürel olarak daha sıkı bağlarının bulunduğu veya en azından böyle bir genel algının olduğu ülkeler ticari açıdan maalesef oldukça gerilerde yer almaktadır.
2014 yılında Türkiye’nin Balkanlara toplam ihracatı 8,6 Milyar Dolar iken, yalnızca Irak’a yaptığı ihracat 10 Milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu da Irak’a olan toplam ihracatın 10 Balkan ülkesine yapılan ihracattan daha büyük olduğunu anlamına gelmektedir. Elbette ki bu rakamlar yıllara göre değişkenlik göstermektedir.
Üçüncü olarak tarihi ve kültürel boyut anılabilir. Balkanlar Osmanlı Devletinin ağırlık merkezini oluşturmaktaydı. Bu nedenle Balkanlarda günümüze kadar gelmiş Müslüman topluluklar Osmanlı mirasının bir parçasıdır. Ayrıca Türkiye nüfusunun önemli bir kısmı Balkanlardan gelen göçmenlerden veya bunların çocuklarından, torunlarından oluşmaktadır. Bunun yanında tarihi-mimari eserler, yer isimleri, edebi eserler, halk türküleri, masallar, yemekler, gelenek-görenekler vs. bu mirasın başka örnekleridir.
TÜRKİYE BALKANLARLA İLGİLİ NELER YAPMAKTADIR?
Türkiye’de Balkan Araştırmacılığı: Türkiye’nin Balkanlara ilgisi uygulamada nasıldır sorusuna gelecek olursak, öncelikle Türkiye’deki Balkan araştırmalarına bakmanın önemli olduğunu düşünmekteyim. Üniversiteler bünyesinde Balkanlar hangi birimlerde inceleme konusu olmaktadır? Ne tür araştırmalar yapılmaktadır? Bu araştırmaların Balkanlara etkisi nedir? gibi bir çok soruyla başlayabiliriz. Öncelikle birçok üniversite bünyesinde Balkan Araştırma Merkezi adıyla araştırma merkezleri kurulmuştur. Maalesef bu merkezlerin adlarında vaadettikleri “araştırma” boyutu eksik kalmaktadır. Çünkü merkezler genellikle kağıt üzerinde kalmakta, gerekli kadro, program ve finansmandan mahrum bırakılmaktadırlar. Araştırma merkezlerinin genel durumu maalesef böyledir. Ancak merkez müdürlerinin şahsi gayretleriyle faaliyetlerini yürütebilmektedirler. Üniversiteler bünyesinde, özellikle büyük üniversitelerde Balkan dilleri ve edebiyatları bölüm olarak mevcuttur. Bu bölümlerde ilgili ülkenin dili öğretilmekte, fakat incelemeler genellikle dil boyutuyla sınırlı kalmaktadır. Tarih, siyaset ve kültür incelemeleri bu bölümler bünyesinde pek yapılmamaktadır. Bunların dışında tarih, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler ve başka birçok sosyalbilim dalında münferiden görev yapan bilim insanları bulunmaktadır. Bunlar herhangi bir şekilde ve genellikle tamamıyla tesadüfi olarak bölge ülkelerinden biri üzerine bir uzmanlığa sahiptir. Bunların birçoğu yakın dönem göçmenlerinden olduğu için ilgili ülkenin diline ve tarih yazımına aşinadır vs. Bu nedenle bu bölümlerde Balkanlar üzerine tarih veya siyaset dersleri açılabilmekte ve öğrencilere bir seçmeli ders olarak sunulabilmektedir.
Bu çalışmaların daha sistematik yapılabilmesi için bundan bir kaç yıl önce Edirne’de Trakya Üniversitesinde Balkan Enstitüsü kurulmuş ve bu enstitü bünyesinde farklı anabilim dalları oluşturulmuştur. Fakat henüz bu enstitüden yetişip bilim camiasına kazandırılmış uzmanlar yoktur. Uzun vadede bunun gerçekleşmesini umabiliriz, ama aldığım bazı duyumlar çok fazla beklentiye girmememiz gerektiği yönündedir. .
Genel olarak bakıldığında Türkiye’de Balkanlar üzerine akademik çalışmalar yeterince yapılmamaktadır. Bu eksikliğin giderilmesi için merkezi konumda bulunan üniversitelerden bir kısmında doğrudan Balkanlara yönelik yüksek lisans ve doktora programları açılmalı, Balkan dilleri öğretilmeli ve mevcut Balkan uzmanları bu programları yürütmek üzere istihdam edilmeli, gerekirse yurtdışından uzman getirilmelidir. Bu sistem Almanya gibi Batı ülkelerinde mevcuttur. Aynı sistemin Türkiye’de de kurulması kaçınılmazdır.
TİKA ve Yunus Emre Enstitüleri: Türkiye’nin Balkanlara yönelik faaliyetlerini yürüten iki önemli kuruluş vardır. Bunlardan bir TİKA, diğeri ise Yunus Emre Enstitüleridir. Bu kuruluşlar Türkiye’nin Balkanlara yönelik politikasındaki “yumuşak güç” veya “kamu diplomasisi” politikalarının bir ürünü olarak görülebilir. Bu kuruluşların kuruluşu ve yaygınlaşması Türkiye’nin bölgedeki varlığını göstermesi bakımından son derece önemli olmuştur. TİKA bölgede birçok tarihi eseri restore etmiş, bölgenin kalkınması için projeler yürütmüş ve büyük işler başarmıştır. Aynı şekilde Yunus Emre Enstitüleri bölgede Türkçe kursları açmış, Türk kültürünü tanıtma amaçlı faaliyetler yürütmüş ve yürütmeye devam etmektedir. Tabii ki bu iki kuruluşun bütün yükü üstlenmesi beklenemez, ama bu iki kuruluşu çok daha önce atılmış olması gereken adımlar olarak görebiliriz. Bununla birlikte TİKA ve Yunus Emre Enstitülerinin faaliyetlerinde ciddi sıkıntılar yaşadığını görüyoruz. Türkiye’nin doğrudan komşuları olup en büyük Türk azınlıklarının yaşadığı Bulgaristan ve Yunanistan hükümetleri ne TİKA’nın, ne de Yunus Emre Enstitülerinin ülkelerinde açılmasına izin vermemişlerdir. Bildiğim kadarıyla bu durum günümüzde de sürmektedir.
Bu nokta üzerinde biraz durmakta yarar vardır: Neden bu iki AB üyesi ülke Türkiye’nin bu kuruluşlarının topraklarında örgütlenmesine karşı çıkmaktadır? Bu büyük ölçüde bu ülkelerdeki Türkiye imajı ve tehdit algısıyla ilgilidir. Bu tehdit algısının bir kaç boyutu vardır: Bunlardan birincisi bölgedeki Osmanlı-Türk algısıyla ilgilidir. İkincisi ise Türkiye hükümetinin son dönemde geliştirdiği söylemlerin bölgedeki etkileriyle ilgilidir. Birincisi hakkında yürüttüğümüz bir araştırma projesinde Osmanlı algısının çok kötü olduğu ve tarih ders kitaplarında varlığını sürdürdüğünü görüyoruz. İkincisi ise bölgede “Yeni Osmanlıcılık” tartışmaları şeklinde tezahür etmiştir. Bu tahdit algısında genel olarak “İslamofobi”nin de etkisi olmakla birlikte, başta Davutoğlu olmak üzere, Türk siyasetçilerinin bölgenin hassasiyetlerini dikkate almadan söyledikleri sözlerin de büyük etkisi olmuştur. Örneğin Ahmet Davutoğlu’nun Türkiye’yi “merkez ülke” olarak tanımlarken tasvir ettiği Balkanlar ancak bir “hayali Balkan” niteliğindedir. Gerçekte öyle bir Balkan yoktur. Kısaca özetlemek gerekirse Milli Görüş geleneğinin tarih algısı ve mitlerine dayanan bir hayali Balkandır bu. Tam da bu noktada bölgeyle ilgili uzman yetiştirme ve bilimsel çalışmaları teşvik etmenin önemi ortaya çıkmaktadır. Örnek vermek gerekirse Davutoğlu’nun tasvir ettiği Arnavutlar Osmanlı mirasını sahiplenen, Türk dostu bir topluluktur. Oysa gerçek Arnavutluk’ta, Kosova’da ve hatta Makedonya’da Osmanlı “işgalci” olarak anlatılmaktadır. Egemen olan imaj da bu şekildedir. Kısaca gerçek Balkanlarda Arnavutlar ile Sırpların Osmanlı’ya bakışında temel bir farklılık yoktur. Bu durumu ancak bölgenin dilini bilirseniz ve yerinde incelemeler yaparsanız görebilirsiniz. Durum maalesef uzaktan bakınca göründüğü gibi veya birkaç cemaat mensubunun oradan edindiği yarım yamalak izlenimleri gibi değildir. Sağlam ilmi temellere dayanmayan ve rasyonel olmayan hiç bir politikanın başarılı olma şansı yoktur. Aynı durum Ortadoğu için de geçerlidir.
Sivil Toplum Örgütleri, Belediyeler vs.
Türkiye’de Bayrampaşa Belediyesi, Bağcılar Belediyesi, Bursa Belediyesi gibi belediyeler bölgede faaliyetler yürütmektedir. Bazen yardımlar göndermekte, bazen Ramazan’da iftarlar vermektedir. Oradan gelen gruplar ağırlanmaktadır. Bunun yanında yine İslami bazı cemaatler bölgede örgütlenmiştir ve çeşitli faaliyetleri sürdürmektedir. Bunlar arasında en çok dikkat çeken cemaat Fethullah Gülen Cemaati idi. Bu cemaatin bölgede okulları ve üniversiteleri bulunmaktaydı. Fakat Türkiye’de yaşanan 15 Temmuz Darbe girişimiyle ilgisi olan bu cemaat Türkiye’yi tehdit eden bir örgüt olarak, bir terör örgütü olarak FETÖ PDY adıyla tanımlandı. Türkiye’deki bütün faaliyetleri yasaklandığı gibi, üyeleri kamu kuruluşlarından ihraç edildi. Bundan sonraki süreçte Balkanlarda da gittikçe etkisini kaybedeceğini tahmin edebiliriz. Bunun dışında Süleymancılar diye adlandırılan cemaatin ve diğer cemaatlerin de Balkan ülkelerinde daha ziyade dini faaliyetler yürüttüğünü biliyoruz. Ayrıca Balkanlarla ilgilenen, öğrencileri belli süreliğine Türkiye’ye getiren veya Türkiye’den bölgeye öğrenci gönderen BESADER (Balkan Müslümanlarıyla Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği – http://besader.org/tr/) gibi dernekler bulunmaktadır. Bunlar da yine cemaatlere benzer dini motifleri olan sivil toplum kuruluşlarıdır.
Bunlar yanında Türkiye’de yaşayan Balkan göçmenlerinin kurmuş olduğu yüzlerce dernek vardır. Bunlar kısmen federasyon olarak örgütlenmiştir. Bu derneklerin önemli bir kısmı zar zor varlığını sürdürmektedir. Ancak Bursa’da bulunan Balgöç gibi derneklerin daha aktif olduğunu, hatta bilimsel sempozyumlar düzenlediğini biliyoruz.
Bu kuruluşların bölgeye yönelik faaliyetlerini genel olarak değerlendirmek gerekirse, muhakkak surette bu kuruluşların bir dereceye kadar bölgede etkisinin olduğunu, özellikle Balkan Müslümanlarının bir kesimiyle iletişim içinde olduklarını söyleyebiliriz. Ancak bu kuruluşların da faaliyetlerini bilimsel bir temele oturtarak yürüttüğünü düşünmüyorum. Ülkemizde zaten sayısı sınırlı olan Balkan uzmanları ile bir ilişki veya istişarelerinin de olmadığını görüyoruz.

GENEL DEĞERLENDİRME
Genel olarak baktığımızda Türkiye’nin Balkanlarla tarihi, siyasi, kültürel ve ekonomik bağlarının olduğunu, Türkiye’nin Balkanlara yönelik ilgisini dayandırabileceği meşru bir zeminin bulunduğunu görüyoruz.
Fakat Türkiye’nin Balkanlara yönelişinde iki temel eksikliğin olduğunu tespit ediyoruz. Bunlardan birincisi Balkanlardaki Osmanlı-Türk algısının olumsuz oluşu ve bunun ilişkilere ve ilişkilerin gelişmesine olumsuz etkileri. Bu sorunun aşılması için Türkiye’nin yumuşak güç politikalarını çeşitlendirerek bölgeye odaklanması gerekmektedir.
Diğer bir nokta ise Türkiye’nin Balkanlara ilgisinin henüz bilimsel bir temele oturtulamamış olmasıdır. Bunun için de belli başlı üniversitelerde yüksek lisans ve doktora programları açarak bölge dillerini bilen, kullanabilen bölge uzmanlarının yetiştirilmesi gerekir. Bu uzmanlar akademisyen, dış işleri bakanlığı uzmanı, MİT ajanı, subay, gazeteci, firma temsilcisi, turist rehberi gibi onlarca iş kolunda istihdam edilecek ve ancak bu şekilde Türkiye’nin Balkan ilgisi bilimsel bir temele oturtulabilecektir.

Genel • Uncategorized Leave a comment